Dünyanın dört bir yanında tarım, giderek artan bir baskı altında. İklim değişikliği, su kıtlığı, toprak verimliliğinin azalması ve hızla artan nüfus gibi faktörler, tarımsal üretimi sürdürülebilir kılmayı zorlaştırıyor. Geleneksel tarım yöntemleriyle bu sorunlarla baş etmek giderek güçleşirken, dikey tarım gibi yenilikçi çözümler ön plana çıkıyor.
Sürdürülebilir tarım, yalnızca çevresel etkilere duyarlı olmayı değil, ekonomik olarak uygulanabilir ve sosyal açıdan adil bir üretim modeli oluşturmayı da gerektiriyor. Bugün tarım alanlarının büyük bir kısmı erozyon, su kıtlığı ve yanlış gübreleme gibi nedenlerle verim kaybı yaşarken, kentleşme ve sanayileşmenin getirdiği alan sıkıntısı da üretimi tehdit ediyor. Bu noktada devreye giren akıllı tarımın ve dikey tarım modellerinin, geleneksel tarımın eksik kaldığı alanlarda sürdürülebilir çözümler sunma potansiyeline sahip olduğunu görüyoruz. O zaman gelin size dikey tarımın öncelikle temel bir tanımını yapayım ve avantajlarından bahsedeyim:
Dikey tarım, geleneksel tarım yöntemlerine kıyasla daha az alan kullanarak daha fazla üretim yapma fırsatı sunan bir sistemdir. 2007-2010 yılları arasında geniş çapta ilgi görmeye başlayan kavram, ilk olarak 1999 yılında Columbia Üniversitesinden Dr. Dickson Despommier tarafından geliştirilmiş, şehirleşme ve nüfus artışı, dolayısıyla sınırlı tarım arazilerinin sorununa bir çözüm olarak ortaya çıkmış ve literatürde yer almaya başlamıştır. Bu sistemde bitkilerin su, ışık ve besin ihtiyacını optimize eden hidroponik (topraksız tarım) ve aeroponik sistemler kullanılarak, kapalı ve kontrollü bir ortamda üretim yapmak mümkündür.
Dikey tarımın yalnızca bir alternatif değil, sürdürülebilir tarımın güçlü bir tamamlayıcısı olacağına inanıyorum.
Bugün dikey tarım modeli iklim değişikliği, sanayileşme ve kentleşme üçlüsünde çok daha anlamlı bir öneme sahiptir: Su sorunu, pestisit terörü, hava koşulları, toprak erozyonu son yirmi senenin daha da öne çıkan sorunları olarak karşımıza çıkar. İşte tam bu noktada dikey tarımın önemini tekrar değerlendirmek gerekir.
Dikey tarım, geleneksel tarıma göre %90 daha az su tüketimi ile su kaynaklarını korur. Toprak kullanılmadığı için erozyon riski yoktur. Kimyasal gübre ve pestisit kullanımı büyük ölçüde ortadan kalkar. Kuraklık, don veya aşırı sıcak gibi hava koşullarından etkilenmez ve yıl boyunca kesintisiz üretimi mümkün kılar. Özellikle büyük şehirlerde üretim-tüketim zincirini kısaltarak lojistik maliyetlerini azaltır ve karbon ayak izini küçültür. Metrekare başına düşen verim, açık arazide yapılan tarıma kıyasla çok daha yüksektir.
Bu avantajların pek çoğunun faydası aşikardır. Bununla birlikte biraz da ekonomik anlamda lojistik ve karbon ayak izini irdeleyelim ve İstanbul örneğinden ilerleyelim: İstanbul’a 76 il, kendisini de sayarsak 77 ilden sebze ve meyve taşınıyor. Taşıyan araç sayısı 270 bin kamyon ve bunlar 140 milyon kilometre yol katediyor.

YAZI: DOÇ.DR. EBRU GÜVEN & Çankaya Üniversitesi Öğretim Görevlisi, Farmlox CFO