Ana Sayfa Kültür ve Sanat Yekta Kopan’la Sanatın Hafızasında Bir Yolculuk

Yekta Kopan’la Sanatın Hafızasında Bir Yolculuk

Yazar : Halka Arz Dergi

Türk edebiyatının güçlü kalemlerinden, ekranların kendine has ve deneyimli ismi, tiyatro kökenli bir aileden gelen seslendirme ustası… Yekta Kopan, yarım asra yaklaşan çok yönlü sanat yolculuğunda sesiyle, sözcükleriyle ve üretkenliğiyle Türkiye’nin kültürel hafızasında özel bir yer edindi. Çocuk yaşta başladığı seslendirme sanatından, edebiyatta aldığı prestijli ödüllere; canlı yayınların nabzını tuttuğu televizyon programlarından, sinema ve dizi emekçilerini görünür kıldığı “Set Arası”na kadar uzanan bu çok katmanlı üretim süreci, onun yaratıcı dünyasının ne kadar derin ve disiplinler arası olduğunu gözler önüne seriyor.

Halka Arz Dergisi için gerçekleştirdiğimiz bu özel röportajda, Yekta Kopan ile hem sesin karaktere nasıl can verdiğini hem de bir yazar olarak zamana tanıklığını, temalarını, heyecanlarını ve üretim motivasyonunu konuştuk. Sanatın farklı alanlarında iz bırakmış bu kıymetli ismin samimi yanıtları, aynı zamanda Türkiye’nin kültürel belleğine de bir not düşüyor.

Sanat ve Sözcüklerin Buluşması: Yekta Kopan Anlatıyor

Çocuk yaşta başladığınız seslendirme sanatçılığı serüveninizde, ilk mikrofon başına geçtiğiniz anı hatırlıyor musunuz? O an neler hissettiniz?

Daha önce anlattığım bir hikayedir. Yaklaşık beş yaşında yaptım ilk seslendirmemi. Elbette bu benim tercihim ya da kararım değildi. O zamanlar, ailemin yönlendirmesiyle geçtim mikrofon başına. Türkiye’de televizyon yayıncılığının ilk yıllarıydı, o zamanlarda televizyonda bir şeyler yapıyor olmak hem heyecanlı hem değerliydi. Üstelik ailem tiyatrocu bir aile. Bütün bunlar birleşince, o yaşta mikrofon başına geçtim. Ama eğlendiğimi, yaptığım işin bana oyun gibi geldiğini hatırlıyorum. Sonra da hep o mikrofonun başında kaldım zaten.

Jim Carrey, Michael J. Fox gibi ünlü isimleri ve Buz Devri’ndeki Sid karakterini seslendirdiniz. Bu karakterlerle aranızda özel bir bağ oluştu mu? Seslendirme sürecinde sizi en çok zorlayan veya en çok keyif aldığınız anlar nelerdi?

O bağın oluşmasına kendiniz değil, izleyiciler karar veriyor. Zaten öyle olanı değerli ve kalıcı. Başka bir seslendirme oyuncusu seslendirdiği zaman, o karakterde benim sesimi aradığını söyleyen bir seyirci oluyorsa, o bağ kurulmuş demektir. Bu saydığınız rollerin ve çok daha fazlasının bende de özel bir karşılığı oldu elbette. Düşünsenize “Geleceğe Dönüş” serisini ilk konuştuğumda yirmili yaşlarımdaydım. Bir ömür yani…

Ya da Si karakterinin, Şimşek McQueen karakterinin bugünün yetişkinleri ve çocukları tarafından beraberce tanınıyor olması. Hepsi harika şeyler. Her işte olduğu gibi zorlandığım anlar da olmuştur, keyif aldığım anlar da… Ama yıllar geçince geriye o anlar değil, izleyiciden gelen değerli yorumlar kalıyor.

“Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri” adlı kitabınızla Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandınız. Bu ödülün yazarlık kariyeriniz üzerindeki etkileri neler oldu?

Henüz ikinci kitabımla bu ödüle değer görülmek, yazarlık yolculuğumun en önemli kırılma noktalarından biridir. Müthiş bir gurur. Sizden önce bu ödülü almış çok değerli yazarların yanında adınızı görmek, bir anlamda onlarda meşaleyi devralmak hem çok büyük gurur hem de sorumluluk. Yazarlığın bir devamlılık ve sorumluluk olduğunu bana anlatan bir ödüldür. Daha sonra gelen ödüller için de aynı şeyi söyleyebilirim ama ilk olduğu için Sait Faik Hikâye Armağanı’nın yeri başkadır.

İlk kitabınız “Fildişi Karası”ndan son eseriniz “Belki Yaz Erken Gelir”e kadar uzanan yazarlık yolculuğunuzda, edebi üslubunuzun nasıl evrildiğini düşünüyorsunuz? Hangi temalar sizin için vazgeçilmez?

Her zaman farklı üsluplara, tekniklere, anlatı yapılarına açık bir yazar oldum. Hatta bunların üstüne gittim, çokça denedim. Hala da aynı yerden bakıyorum yazma sürecine. Benim için hem bir oyun hem de bir öğrenme alanı yazmak. İlk kitaptan bu yana değişmeyen şeyler de vardır, tümüyle farklılaşmış şeyler de… Yazmak ve okumak temaları, yazar karakterler, kendini yazarak ifade edebilen kişiler hep vardır öykülerimde. Hesaplaşmak, beklemek, kaybetmek, anlamak, uzaklaşmak, aramak ilk aklıma gelen temalar. Bunlar her zaman yanımda oldu. Ama benim için vazgeçilmez olan, kitaba çalıştığım dönemde hayatımı, ülkeyi, dünyayı etkileyen meselelerin üstüne gitmek.

NTV’de uzun yıllar “Gece Gündüz” programını sundunuz. Televizyonculuk deneyiminiz, diğer sanatsal çalışmalarınıza nasıl yansıdı? Canlı yayınların getirdiği heyecanı nasıl yönetiyorsunuz?

Aslında tam tersi bir yansıma oldu. Yani sanatla ilişkim, televizyonculuğumu belirledi. Okuma ve yazma sürecim, ekranda nasıl bir insan olduğumu belirledi. Yani, televizyonda yaptığım her şeyi de yine edebiyata ve tümüyle sanata borçluyum. Canlı yayına gelince, o heyecanı yönetmek pek mümkün değildir. Ama o heyecanı, bir enerjiye ve izleyenle paylaşabileceğim bir gerçekliğe çevirmeye çalıştım hep. Tam bir çılgınlıktır ama bazen çok özlüyorum canlı yayını. Hatta sırf o tutuklu için, bazen yine ekranda olsam diyorum. Ama sırf canlı yayın heyecanı yüzünden…

ÖZEL HABER & MUHABİR: SEMİH KIR

İlginizi Çekebilir

Yorum Yap

Halka Arz Dergi;  borsa, finans ve ekonomi dünyasında kendine özgü bir yer edinmiştir. Deneyimli ekibiyle birlikte, sadece haber sunmakla kalmayıp aynı zamanda analizler ve derinlemesine araştırmalarla okuyucularını bilgilendiren bir platformdur. Güncel haberlerin yanı sıra, özgün içerikleri ve sektördeki uzman yazarlarıyla Halka Arz Dergisi, okuyucularına öncü bir perspektif sunar. Her zaman ilkeli gazetecilik anlayışını benimseyen Halka Arz Dergisi, objektif bir bakış açısıyla olayları okuyucularına aktarmaktadır.

Editörün Seçtikleri

son yayınlananlar

Bu web sitesi deneyiminizi geliştirmek için çerezleri kullanır. Bu konuda sorun yaşamadığınızı varsayacağız, ancak isterseniz vazgeçebilirsiniz. Kabul Et Devamını Oku

Kullanım Politikası